İRTİBAT:    www.ballidere05@hotmail.com

   
  AMASYA' NIN EN GÖZDE KÖYLERİ TAŞOVA DOSTLUK ABİDESİ OLAN BALLICA VE DERELİ
  MİLLİ ÖRF VE ADETLERİMİZDEN KOPUŞUMUZ VE BUGÜNÜMÜZ
 

                          MİLLİ ÖRF VE ADETLERİMİZDEN KOPUŞUMUZ VE BUGÜNÜMÜZ: 


     İnancına tam sarılan atalarımız Örf ve adetlerini son derece bağlıydılar. Onların inançlarındaki bu samimiyetleri kendilerini başarılı kılmıştır.

   “Türkiye modern bir İslam memleketidir.” Diyen Prof. Dr. Nermin ERDENTUĞ (11),Batılılaşma hareketlerine rağmen memleketimizde şehir ve köy halklarının kaynaştırılamadığından bahseder ve devamla:
“Türkiye’de batılılaşmış ve değişmiş büyük şehir halkıyla, misafirperver ve çok defa yazıyı bile bilmeyen köylüler arasında,büyük kültür farkı vardır. ( 12 )Bu iki farklı toplumdan daha az kültürlü olan köylü kesimi, kültürlü şehir kesiminden daha çok geçmişine bağlı, milli örf ve adetlerini muhafaza etmektedir. “Batılılaşma hareketleri, İlim ve teknikte batılılaşma olacakken örf ve adetlere hor bakmaya, körü körüne batıyı taklit şeklinde sürdürülmüştür. Prof. Dr. Amiran Kurtkan’ın da dediği gibi “Manevi değerlerin ve bu değerleri ortaya koyan kıymet hükümlerinin genellikle dinler tarafından getirildiği sosyolojide kabul edilmiş bulunmaktadır.” (13 )İşte İslam Dini ile milli örf ve adetlerimiz bu sosyolojik gerçeğe uygun olarak iç içe bulunduğu için başta dine takınılan olumsuz tavırlar, örf ve adetlerimize de yansımıştır.Sonunda da milletimiz için son derece öneme haiz olan bu değerli kıymet hükümlerimiz, sadece bayramlarda ortaya çıkan folklorik gösterilere dönüşmüştür. İslam Dini’ne ve oradan da örf ve adetlere olan karşı oluşlar ve surat ekşitmeler, hiçbir eleştiriye tabi tutmadan Batı kültürünü, batılı gibi yaşama prensibini hiç sorgulamadan kabul edişimizdendir.

     Batı kendi örf ve adetlerine karşı çıkabilir. Hıristiyanlığa karşı katı tutum içinde olabilir. Çünkü ortaçağ, Hıristiyanlığın ve bu dini benimseyenlerin yüzkarası bir çağdır. İlim için korkunç, insanlık için vahşet, ilim adamı için esaret çağıdır bu çağ. İslam alemi ile yakından temas kuran Batı, Rönesans ve reformlarla bu esaret zincirini kırdı.Fakat Batı yine bir yanlışı seçti. Papazların yanlış yorum ve tutumları nedeniyle onların şahsında hem Hıristiyanlığa hem de diğer dinlere tavır aldılar. Hepsini aynı kefeye koydular.
Biz ise hiçbir eleştiri ve araştırmaya tabi tutmadan körü körüne batıyı gözetledik. Şekile ait ne varsa aldık, ilim ve tekniğinden pek az istifade ettik.Aksine Hıristiyanlık kökenli ne kadar gelenek varsa,davranış biçimi varsa körü körüne taklitçilik yaparak benimsedik.Halbuki yukarıdan beri açıklamaya çalıştığımız bize ait örf ve adetler bizim benliğimize ait.Üstelik ilme ve ilmi gelişmelere İslam toplumunda toplum olarak karşı duruşlar olmamıştır.Bu tür hareketler olmuşsa da bu İslam’ın kendisinden kaynaklanan bir durum değildir.yanlış ve sığ bakış açılarının bir uzantısıdır. Prof. Dr. Amiran Kurtkan Diyor ki: “Batı aleminin ilim ile din arasına adeta aşılmaz bir duvar çektiği karanlık çağda, İslam kültürüne mensup milletler, ilim ile dini birbirine zıt sahalar olarak düşünmedikleri için İslam kültürü bu devrede son derece ileri bir ilmi seviyeye çıkabilmiştir.” ( 14 ) Bu gerçeği bilen insaflı kimseler her halde İslam ile Hırıstıyanlığı aynı kefeye koyacak değillerdir. Kırsal kesimlerimizde hala canlı duran gelenek ve göreneklerimizin yapıcı ve katılımcı özelliğini koruması taklitçiliğin oralara az etki etmesindendir. 

    Şimdi de örf adet ve geleneklerimizden kopuşumuz ile ilgili görüşler ortaya atan ilim adamlarımızı dinleyelim.Yine Kurtkan diyor ki: “Manevi değerlerimizin yanlış anlaşılmaya başlandığı devrede ilimde gerilememizi sağlayan sebepleri şöylece özetleyebiliriz: Osmanlı İmparatorluğunun duraklama ve gerileme devri sadece iktisadi imkanlarımızın kısırlaştığı bir devir değildir.Bu devir aynı zamanda manevi değerlerimizin yanlış anlaşılmasından doğan kültürel gerileme ile karakterleşmektedir.Bu devrin sadece ilimde geri kaldığımız bir devir olduğunu söylemeye de imkan yoktur.Duraklama ve gerileme devri,dinin de kalıbının özüne feda edildiği bir devirdir.Bundan ötürü,sosyal ilimlerin tasdik ettiği İslami özü yani bütüncü görüşün (veya birlik akidesinin)Türk-İslam grup tarafından bir yana bırakılarak şekille ilgili özelliklerin ön plana alındığı göze çarpmaktadır. (15 ) “Cumhuriyet devri Türk cemiyetinin yeniden ilme yönelme gayretlerine giriştiği göze çarpmaktadır. Fakat Batının sadece ilmi buluşlarının değil, dine karşı tutumunun da örnek alınması gibi bir tutum benimsenmiştir. Halbuki İslam Dini’nin özünde ilmi teşvik eden değer hükümleri mevcuttur.Gerçekleri aramanın kutsallığını belirten ve ilim için ilim yapmayı ibadet sayan İslam Dini’nin ilimle çatışan hiçbir değer hükmü yoktur.Binaen aleyh,batıdan yeni buluşları ve metotları alırken,bunları bizzat bulup çıkarmaya bizleri teşvik eden kendi manevi değerlerimize yeniden sahip çıkmamız lazımdır.Bu takdirde ilim seviyemizin alçalması değil,yükselmesi beklenebilir. ( 16 )
Doç.Dr. Mehmet Eröz’de Türk Ailesi adındaki kitabında diyor ki: “Şehirlere yığılma, gecekonduların hızla artmasına yol açarken,bu durum çeşitli meseleler yanında, aile problemlerini de ortaya çıkarmıştır.Gecekondu bölgelerinde oturanların “yoksulluk kültürü” içinde oldukları iddiasını kabul etmemekle beraber ,burada bir kültür değişmesine şahit olmaktayız.Gelenek ve göreneğin sağlam esasından kopup gelerek bir başıboşluk içine düşenlerin,kararsızlık ve şaşkınlık içinde olacakları muhakkaktır.Milli Kültürün buralara el uzatıp,fert ve aileyi çalkantıdan kurtarması beklenir.Çok önemli bir misaldir:İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine misafir profesör olarak gelen Amerikalı bir sosyal antropolog, gecekondu bölgelerinde saha araştırmaları yaparken bir gecekondu civarında son derece şık ve güzel bir hanıma rastlamış.Bunun Şişli taraflarından buralara hizmetçi aramağa gelmiş bir hanım olabileceğini düşünmüş.Çamurlu yerlere sokmamak için arabasını ileri park etmiş olabileceğine hükmetmiş.Neticede anlamış ki,bu hanım gecekondularda oturmaktadır.Bu tezadın ancak az gelişmiş ülkelere mahsus olduğu sonucuna varmıştır.Bir yabancının verdiği bu hüküm gururumuzu kırmakta ise de,acı gerçeği biraz yumuşatarak kabul etmek zorundayız.Büyük şehirlerde aile büyük sarsıntı içindedir.Köydeki çevrenin kontrol edici baskısından kurtulmuş,özenilen,gıpta edilen taklit edilmeye çalışılan bir çevreye gelinmiştir.Radyo,televizyon,sinema,gibi tesirli vasıtaların yaydığı ve sosyal temaslarla yakından izlenebilen moda cereyanları,onu da ister istemez sarmaktadır. Boğazından kesme, evinde perişan bir hayat yaşama pahasına buna ayak uydurma zorundadır. İktisatçıların ve sosyologların “Göstermelik Tüketim”,”Gösteriş Harcamaları” dedikleri (örfümüzde israf dediğimiz. Y.S.) davranışlar, aile ve şahıslar arasında bir gösteriş yarışına yol açmaktadır. Bunu karşılayamayan birçok aile reisi karısının ve çocuklarının serzeniş ve sitemlerine uğramaktadır. Bu yüzden boşanmalar artmakta, birçok aile reisleri sıkıntıya düşmektedir. Bu hal gelişen, büyüyen şehir ailelerinin büyük bir kısmının karşı karşıya bulunduğu meseleler olmaktadır. (17)
      
     Değerli okuyucular, son zamanlarda israfta bizimle yarış edecek bir toplum göremezsiniz. Bu gerçeğin altında da yine milli ve manevi değerlerimizden ayrılmak ve kopmak yatmaktadır. Bir batılı turist memleketimize gelir, lokanta yerine ayaküstü bir şeyler yemeyi tercih eder, yatağını sırtında taşır. Yani bütçesini ayarlayarak bilgi ve görgüsünü artırmak üzere seyahate çıkar. Biz böyle bir şeyi göze alamayız.Neden? Çünkü “el ne der?” anlayışımız. Yani kendimiz için değil başkaları için yaşarız hep de ondan.
Bizim geleneklerimize, örfümüze bağlı kalanların ne kadar güzel özellikleri, sizlerle şahit olduğum bir olayı paylaşmak istiyorum: 1978 yılında Ankara Terminalin deyim.memleketime yolculuk yapmak üzere firmanın peronunda beklemekteyim.Gelip geçenleri öylesine seyrediyorum.Bu arada,biraz ileride bir köşeye çömelerek oturmuş bir köylü amca dikkatimi çekti.Yanında beş veya altı yaşlarında bir de çocuğu var.Çocuğuna yanındaki torbasından bir parça ekmek çıkarıp verdi.Çocuk ekmeği yerken birden ekmek elinden yere düştü.Çocuk hemen elinden düşen ekmeği aldı,birkaç kez üfledi,sonra başına koydu ve yedi.Ben burada hijyenik olup olmadığına bakmam.Benim bundan anladığım: “Ey! Kutsal rızk Sen öpülüp başa konmaya layıksın .Seni israf edemem.Bu kadar açların arasında seni yerde bırakamam”demek istiyordu o ufacık çocuk.

      Sonuç olarak bizim kültürümüz, geleneğimiz ve adetlerimizde kesinlikle israf yoktur. “Allah israf edenleri sevmez.” (18) Rızkı israf edenleri, zamanı, sağlığını, ömrünü israf edenleri, konuştuğu kelimeleri israf edenleri Allah asla sevmez.


                                                                                                                                               RECEP KÖKSAL

 
 
 
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol