DERELİ KÖYÜ TARİHÇESİ
(YAZAR: Ali ÖNDER - Emekli Arkeolog)
Aslen Dereli köyünden olup Diyarbakır'da görev yapan Hüsnü Erdağ, benden Amasya İli, Taşova İlçesi, Dereli köyünün tarihçesi ile ilgili bir yazı talep etmiştir.
Dereli köyümüz de bu hususta çok şanslı yerleşim yerlerinden biridir. Çünkü milattan önce 64 yılında doğan ve milattan sonra 21 yılında gene doğduğu yer olan Amaseia'da ölen ünlü coğrafyacı, Amasyalı Strabon'un Geographika adlı yapıtına koyduğu haritada yer almaktadır.
Ancak Arkeoloji ve Sanat Yayınları'nın 2005 yılı baskısını kitaplığıma aldım fakat Dereli köyünün yerinde Kolea olarak yer aldığı haritanın bu baskıya konmadığını gördüm.
Bu kitabı Grekçe aslından Türkçe'ye kazandıran Prof.Dr. Adnan Pekman'la 1973 yılı yaz aylarında bir Urartu kalesi olan Van İli, Çavuştepe kalesinde yapılan arkeolojik kazı ekibinde birlikte çalıştık. Hatta eşi Sevim Pekman da kazı alanında ziyaretçi olarak bulundu.
Bu yapıtta ki haritada Dereli köyümüzün olduğu yerde Kolea yazıyordu. Bu ibareyi görünce yöremizin tarihçesiyle ilgili çok önemli bir kaynağa rastladığıma çok sevinmiştim. Kolea tam bugünkü Dereli köyü Cenüklü veya Canikli şehrinin kalıntılarının olduğu yere yerleştirilmişti.
Bu mevkii adını çocukluğumdan beri çok duyardım. Hatta babam ve büyük abeyim bugün evimin olduğu yerdeki ihata duvarını yaparken bu alandan kağnılarla taş çekmişlerdi. Sanırım bu taş çekme işi 1950 li yıllarda olmuştu. Zaten benim köyüm olan Darmalılar burdan ev yapımında taş çektikleri gibi, bu ören yerinin bağlı olduğu Dereli köyü ise bizim köyümüzden üç katı daha büyük olduğuna göre bu alandan çekilen taşları siz hesap edin. Velhasılı yıllarca Canik şehri veya yöre insanlarının söyleyişiyle Cenüklü antik şehir kalıntısının taşlarını çeke çeke bir türlü tüketememişlerdi.
Ancak yıllarca bu Cenüklü mıntıkasındaki Bizans dönemine ait horasan harcı ile taş ve tuğlalarla örülmüş, muhteşem yapı kalıntılarının tahrip edilmesine bir dur diyen olmamıştır. Hatta işin en acı tarafı henüz bu kalıntılar bir ilim adamı tarafından ziyaret edilmediği gibi henüz hiç bir bilimsel yayında da yer almamıştır.
Tabii ki henüz bu kalıntılardan sorumlu olmasına rağmen Amasya Müze Müdürlüğü'nün de haberi yoktur. Zaten haberi olsaydı şimdiye kadar bu alan tescil edilir, korunması gerekli kültür varlığı olarak resmi gazetede ilan edilirdi. 1978 haziran ayı ile 1986 ekim ayları arasında Amasya Müze Müdürlüğü'nde araştırmacı olarak görevli olmama rağmen bu kalıntılardan benim de haberim olmadı. Ancak çocukluğumda hayal meyal hatırlayabiliyorum bir sefer buralara hayvanlarımızı otlatmaya getirdiğimi, ve bu duvarları görünce de hiç bir anlam verememiş, üzerinde durmamıştım.
2005 yılı yaz aylarında köyümüzden Hamza Söyler'i de yanıma alarak, Dereli köy meydanında rastladığım topçu lakabı ile anılan Ahmet Çıra'ya bizi Cenüklü mıntıkasına götürmesini rica ettim. Kendisinin eski eser merakı ve sevgisini bildiğim ve beni de kırmayacağını tahmin ettiğimden bu teklifi yaptım. Sağolsu topçu abeyimiz en kısa yoldan, belki de Bizanslıların kullanmış oldukları taş döşeli yollardan bizi bu alana ulaştırdı. Buradaki mimari kalıntıları gördükten sonra Ahmet Çıra abeyimize ne kadar teşekkür etsem azdır.
Gerçekten bu kalıntıların burda bulunmasını rüyamda görsem inanmazdım. Hala bütün muhteşemliği ile yapılar ayakta duruyordu. Yapılarda kullanılan tuğlaları daha önce rastladığım Roma ve Bizans yapılarından tanıyordum. İlk etapda bu yerin bir Roma Lejyonu yerleşimi olabileceği aklıma geldi. Çünkü Roma döneminde Lejyon olarak adlandırılan paralı asker taburları, Roma İmparatorluğu'nun hakimiyet alanlarındaki muhtelif yerlere konuşlandırılıyordu. Bu alanlara inşaatları da lejyon askerleri yapıyorlardı. Zaten askerler aileleri ile birlikte yerleştiriliyorlardı. Çoğu zaman maharetli, işbilir askerler, bazen de emekli komutanlar İtalya'dan getirilerek merkezden uzak yerlerde konuşlandırılıyorlardı. Ancak daha önce Adıyaman İli, Kahta İlçesi, Tille höyüğün güney eteğindeki lejyon yerinde gördüğümüz numaralı tuğlalara bu alanda rastlamadım. Belki bilimsel bir kazı çalışmasında böyle yazılı tuğlalara da rastlayabiliriz. En azından Roma'nın kaçıncı lejyon yerinin burası olduğu anlaşılır. Tille höyük kenarındaki XIV. Lejyon idi. Aynı özellikteki horasan harcı ile örgülü tuğla yapısına, 1991 yılında Diyarbakır Müzesi'nde arkeolog olarak çalışırken rastladım. Nusaybin İlçesi, Girnevaz Höyükte, Ankara Üniversitesi öğretim üyelerinden Hayat Erkanal Başkanlığı'nda yapılan arkeolojik kazıda görevliydim.
Bu alanda gördüğüm oldukça kalın ebadlı tuğla duvarların da belki bir askeri garnizon binası olabileceğini düşündüm. Herhalde iki bronz kap içindeki altın paralar da bu kışlanın bütçesi olmalıydı. Sakın böyle bir bütçe de Cenüklü de olduğu sanılmasın. Bu bahaneyle zaten tahrip olmuş olan kalıntılar daha fazla tahrip edilmemeli. Çünkü bu alan gelecekte buralara ziyaretçi çekebilecek ve gelir temin edilecek alandır.
Bu alandan çıkarılan şarap veya zeytin yağı üretiminde kullanılan pres taşları şimdiki Dereli Mahallesinde bulunan Ballıdere Hizmet Binası'nın önüne taşınmıştır. Demekki bu alanda yerleşenler şarap veya zeytin yağı üretimi de yapıyorlardı. Hatta bu alanda tarlası bulunanlar zaman zaman eski eser kalıntılarına rastgelmekte, bilhassa bakır anonim Bizans follisleri, hatta bir de altın terazisi bulan dahi olmuştur.
Bu antik Canikli Bizans yerleşiminden getirilen şarap veya zeytin yağı imalatında kullanılan Belediye Hizmet Binası önündeki pres taşlarından başka bitişiğindeki Rifat Nişancı'nın evinin bahçe kapısının doğu kenarında da 2 adet pres taşı daha vardır. 2003 yılında bu iki taşın da fotoğrafını çekmiştim. Ancak bu taşların buraya nerden getirildiklerini bilmiyordum. 2007 eylül ayının ilk haftası Ballıcalı emekli öğretmen Ömer Önder'le birlikte tekrar bu taşları ziyaret ettikten sonra Dereli Mahallesi Salıbaba mezarlığına doğru yaya olarak yola çıktık. Çünkü bu yol üzerinde, yolun doğu kenarında bir tarlaya ihata duvarı çekilmiş, çok güzel işçiliği olan bu taş duvara bir adette Bizans dönemi mezar steli yerleştirilmişti. Bu taş mezar stelini de yerinde gördükten sonra Salıbaba mezarlığına gelip dinlenmeye başladık. O esnada Dereli mahallesinden ilk okul arkadaşım, Almanya'da işçi olarak çalışıp emekli olduktan sonra bu mezarlığa bir mescit binası yapan rahmetli Hasan Üstüntaş'ın tesisini de ziyaret ettikten sonra, atalarının mezarlarını mermer taşlarla yenileyip onlara kalıcılık sağlayan iki kardeş Nihat ve Rifat Nişancı'yla sohbete daldık. Tam şimdi sırası deyip büyük kardeş ve benim ilkokuldan sınıf arkadaşım Nihat'a evinin önündeki pres taşlarının nereden getirildiğini sordum.Bizi tarlasına götürürken mezarlık içindeki su arkının kenarında gene şarap veya zeytin yağı imalatında kullanılan, hazne şeklindeki Bizans dönemi taşına daha rastladım. Taşın ağız kenarından itibaren dibe doğru üçte bir kısmı kırık ve noksan idi. Yanımdaki emekli öğretmen Ömer Önder'e ve Nihat Nişancı' ya bu taşın da öneminden bahsedip, aynı amaçla kullanıldığını anlattım. Demek ki bu alanda büyükçe bir imalathane olmalıydı. Nihat Nişancı bizi hemen Salıbaba üstündeki etrafı dikenli telle çevrili tarlasına götürdü. Tarlanın üst kesiminde taşların yerinden çıkarıldığı yer bir çukurluk halinde belli oluyordu. Yıllar önce evinin önündeki üstün işçiliğe sahip çok sert ve kaliteli bir taştan yapılmış pres taşlarının buluntu yerini böylece öğrenmiş olduk.
Tarla üzerinde bir gezintiye giriştim. Etrafta Bizans dönemi çanak çömlek parçaları, testi parçaları, bilhassa testi kapağı çok dikkatimi çekti. Demekki bu alan bir Bizans dönemi işçilik alanıydı. Keşke taşlar yerinden oynatılmadan müzeye haber verilseydi. Burada ki bilimsel kazı esnasında bir kısım bilimsel bilgiler kayda geçmiş olurdu.
1978 yılında Amasya Müzesi'nde göreve başladığımda, köyüme bir ziyaret esnasında bir grup arkadaşla gezinti yaptığımız Tonton tepeyi dolaştık. Çünkü o sene bu alanı dolaşırken seramikten bir düdük bulmuştum. Aynı düdüğün eşi Amasya Müzesi deposunda envantere kayıtlı eserler arasında Hitit asker düdüğü diye kaydedilmişti. Bu düdüğü burada bulunca genellikle Roma-Bizans dönemi çanak çömlek kalıntılarının ele geçtiği bu alanda Hitit kalıntısı olamayacağını düşünerek, demek ki müzedeki düdüğün Hitit olarak yaşlandırılmasının yanlış yapıldığı kanaatine kapıldım. Belki de ben yanılıyordum, bulduğum seramik düdük de Hitit olabilirdi. Bu eseri de müzedeki diğer düdüğün yanına koydum. Ancak envantersiz olarak. İnşallah benden sonraki uzman arkadaşlar bu düdüğü de envantere geçirmişlerdir.
Hatta 1978 deki aynı gezinti gününde yıllar önce define bulunmuş olan ve Tokat Müzesi'ne teslim edilen ,Ballıca mahallesinin su deposu olan yerde gümüşten, telkari işlenmiş Roma dönemi bilezik buldum. İşte bilezik der demez elimden kapan Dölcegilin Bahattin Söyler bir daha bu telkari işlemeli gümüş bileziği bana vermedi. Çünkü kendisi bu işlerin çok hastasıydı. Hala da öyledir. Kendisine burda uzun ömürler diliyorum. Sık sık defineci muhabbetine dalarız, fakat artık kulağı fazla duymadığından, bilhassa da uzun boylu ve yapılı vücudunda bacak ağrıları onunla gezintilerimize engel oluyor. Araba ile gezebileceğini söylüyor ama hiç bir zaman benim gezinti yapacağım alanların düzenli yolu olmadığından bu düşüncesi gerçekleşemiyor. Ancak Bahattin abeyin ışıklı cihazlarla hazırlanarak Tatlıpınar köyündeki Gerezini mağarasına bir kaç kere gezinti yaptığını biliyorum. Son zamanlarda kendisine bu bileziği sorduğumda, Taşova'da antikacı topal Enver'e 50 liraya sattığını, o para ilede köye jip tutup geri geldiğini söylüyor.
2007 yılı eylülünün ilk haftası bu gezimizden dönerken Tonton tepedeki Ballıdere Hizmet Binası önünde görevli Ali Görgü'ye, aynı zamanda dünürü olan Belediye Başkanımız Nazım Saray'a, Salıbaba mezarlığındaki su arkı kenarında gördüğümüz hazne şeklindeki şarap imalatında kullanılan taşın Yeni Belediye Binası önüne taşınarak, bir kaide yapılıp üzerine yerleştirilmesini tenbihledim. Bu gibi tarihi eserler ancak bulundukları alanda değer kazanırlar. Onları yerlerinden oynatıp uzak yerlere taşımak hiç de doğru değildir. Belki de Amasya Müzesi bu tarihi taşı müze bahçesine taşımayı gerekli görmeyebilir. Çünkü müze bahçesinde her ne kadar şarap imalatı için kullanılan bir taş diye tanıtılsa da, bulunduğu alanda muhafaza edilmesi bu gibi eserlerin önemini daha da arttırır. Ancak biz bu dileklerde bulunurken 12 mart 2008 günü tekrar buraları ziyaret ettiğimde Salıbaba mezarlığındaki taşın ve Rifat Nişancı evinin önündeki taşlardan birinin kaybolduğunu, yerlerinde olmadığını gördüm. Yanımda bulunan Ballıcalı olup Amasya'da öğretmenlik yapan ve Derelililerin eniştesi İbrahim Gürer ile Rifat Nişancı'nın evinin önünde ki oğluna sorduğumuzda taşın babası tarafından yabancı birinin arabasına yüklenerek burdan götürüldüğünü haber verdi. Sanki kolum kanadım kırılmıştı, evlatlarımdan biri beni terketmiş gibi geldi, Üzüntümü burada ifade edemem. Keşke Salıbaba mezarlığındaki taşı Nihat'a göstermeseydim. İnşallah bu taşlar tekrar bulundukları yere iade edilir
|